Şiir, Sadece

14 Eylül 2013 Cumartesi

Punitaqui’nin Çiçekleri

Orada anayurt daha da katıydı şimdi.
Saçılmış tuzdu altın,
kırmızı alevler saçan bir balık, ve o hiddetli
toprak parçası doğuyordu ezilmiş küçük
dakikasında onun, kanlı tırnakların getirdiği.

Şafakta soğuk bir badem ağacı gibiydi,
sıradağlarının dişleri altında,
deliyor yürek kendi çıkışını,
araştırıyor, yokluyor, acı çekiyor, tırmanıyor, ve
en merkeze, en gezegensi yüksekliğe ulaşıyor
yırtılmış gömleğiyle.

Yanık yürekli biraderler,
bırakın elime bugün yaptığınız işi,
ve bırakın bir kez daha gitsin o uyuyan katmanlara,
daha da derine, kaçmak isteyen
yaşayan altını elinin bir maşa
gibi tuttuğu daha da derine.

Ve oraya geldiler bir kaç çiçekle
yöre kadınları, Şili yaylalarının kızları,
madenin mineralsi kızları,
ve bıraktılar bir buketi ellerime, bir kaç çiçek
Punitaqui’den, bir kaç kırmızı çiçek,
sardunyalar, bu katı topraktan,
ellerimde en derin dehlizdeymiş gibi
bulunan alelade çiçekler,
döndürdü bu çiçekleri
kırmızı suyun kızları,
insanın derine gömülmüş derininden.

Ellerini ve çiçekleri tuttum, mahvolmuş,
mineralsi toprağını, taçyapraklarının
ve acıların esrarlı kokusunu.
İnceledim onları ve biliyordum geldiklerini
altının kötü yürekli yalnızlığına,
kan damlaları gibi gösterdiler bana
heba olmuş hayatlarını.

Onların yoksulluklarında
çiçek açan kaleydiler, şefkatin
buketi ve uzak metal.

Punitaqui’nin çiçekleri, atardamarlar, hayat,
yatağımın ucunda geceleri yükseliyor kokularınız
ve alıp götürüyor beni hüznün
en derin maden dehlizlerine,
geçerek o ezilmiş yüksekliği, geçerek karı,
ve hatta sadece gözyaşlarının ulaşabileceği kökleri geçerek.

Çiçekler, yayla çiçekleri,
madenden ve taştan gelen çiçekler,
Punitaqui’nin çiçekleri, kızları
o acı yeraltının: bendesiniz, ve unutulmadınız hiç,
hep hayatta kalacaksınız bende ve kuracaksınız
ölümsüz berraklığı, taştan bir taçyaprak
ölmez hiç.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan