humour, diyordu İranlı Celal ve gayrı ciddi olmak
bir korunma biçimidir yahut yaşamak
saat on dört sularında idi, içkimizi
içiyorduk idi ki, bir pul İngiliz kraliçesini gösteriyordu
bir bardak uzaydan bir kesiti
pencereler bir bilinmezliği sürüyordu içimize
ve doğa
konuştuğumuz bir şey gibi duruyordu, tam öyle duruyordu
sıkıntıya boğulmuş kelimeler halinde
bir tabağın içinde kavun getirdi Kleanti
bugün bir eşya gibi duruyor nedense. ya da bir eşya onu
yansıtıyor olmalı ki
rakımızdan bir parça içti ve
gitti gitti gitti gitti gitti
ben upuzun bir mesinayı sanki çok karıştırarak
durdurdum Kleanti'yi
durdurdum dünyanın bizlere bakarak
sanırım bir toplantının en tuhaf şekilleriydik
ve bu toplantıydı ki durmadan olmak
durmadan olmak
durmadan olmak gibi bir şeydi ki, değildi
tekdüze bir ölümün gelişinden soy olmak
ve gerilmek ve kalmak
o bile değildi de
gayrı ciddi olmak, diyordu İranlı Celal ve humour
bir korunma biçimidir yahut yaşamak
yaralı bir keler balığı tutarında
ve mezat yerlerinde dolaşan adamlar gibi neden sanki böyle
olduğumuzu anlamayarak
yaldızlı bir boy aynasının eski bir gramofonla yanyana durması
gibi
bir çamaşır makinasıyla
yanyana durması gibi
rakımızı içiyoruz ve bütün bunları kutlamıyoruz ki
tersine, İranlı Celal ağlamaklı oluyor biraz
yenilmek susmak yenilmek susmak
saat derseniz artık kaçı gösteriyor kimbilir
ölülerimizi saymazsak kaçı gösteriyor
saat derseniz
kaçı gösteriyor ve sormak
ona söylüyorum, Kleanti'ye, elimde olmayarak
biz dünyanın nasıl bir anlamını taşıyoruz Kleanti
bilmem! tabakla kavuna bakıyor. Nuri'yle sol eli görünüyor az
uzaktan
sonra sağ eli görünüyor, onu bir gölgeden kurtararak
bize doğru geliyor, elinde bir yılan balığı, aydınlık
yaratılmış ve uzun bir aydınlık
hiçbir şey söylemeden oturuyor. havaya kaldırıyor yılan
balığını Kleanti
hiç bilmediği bir ülkeye doğru kaldırıyor
ülkeler ki, diyor, kullanılmamış eşyalarla doldurulmuş
odalar gibidir
ülkeler ki bizim kendimizi orada varsaydığımız yerlerdir
bir trenle gidilir
bir yılan balığıyla gidilir. Nuri diyor ki
bana nasıl geliyorsunuz bilseniz
ben sizlere gitmek istiyordum, gittim
ben sizlere inmek istiyordum, indim
ama siz var ya, bir bakıma siz
boşluklara asılı bir istasyon gibisiniz
biz neyiz, biz neyiz
dedik ve sustuk
susmasak bizim olacaktı durmadan kirlendiğimiz.
bir korunma biçimidir yahut yaşamak
saat on dört sularında idi, içkimizi
içiyorduk idi ki, bir pul İngiliz kraliçesini gösteriyordu
bir bardak uzaydan bir kesiti
pencereler bir bilinmezliği sürüyordu içimize
ve doğa
konuştuğumuz bir şey gibi duruyordu, tam öyle duruyordu
sıkıntıya boğulmuş kelimeler halinde
bir tabağın içinde kavun getirdi Kleanti
bugün bir eşya gibi duruyor nedense. ya da bir eşya onu
yansıtıyor olmalı ki
rakımızdan bir parça içti ve
gitti gitti gitti gitti gitti
ben upuzun bir mesinayı sanki çok karıştırarak
durdurdum Kleanti'yi
durdurdum dünyanın bizlere bakarak
sanırım bir toplantının en tuhaf şekilleriydik
ve bu toplantıydı ki durmadan olmak
durmadan olmak
durmadan olmak gibi bir şeydi ki, değildi
tekdüze bir ölümün gelişinden soy olmak
ve gerilmek ve kalmak
o bile değildi de
gayrı ciddi olmak, diyordu İranlı Celal ve humour
bir korunma biçimidir yahut yaşamak
yaralı bir keler balığı tutarında
ve mezat yerlerinde dolaşan adamlar gibi neden sanki böyle
olduğumuzu anlamayarak
yaldızlı bir boy aynasının eski bir gramofonla yanyana durması
gibi
bir çamaşır makinasıyla
yanyana durması gibi
rakımızı içiyoruz ve bütün bunları kutlamıyoruz ki
tersine, İranlı Celal ağlamaklı oluyor biraz
yenilmek susmak yenilmek susmak
saat derseniz artık kaçı gösteriyor kimbilir
ölülerimizi saymazsak kaçı gösteriyor
saat derseniz
kaçı gösteriyor ve sormak
ona söylüyorum, Kleanti'ye, elimde olmayarak
biz dünyanın nasıl bir anlamını taşıyoruz Kleanti
bilmem! tabakla kavuna bakıyor. Nuri'yle sol eli görünüyor az
uzaktan
sonra sağ eli görünüyor, onu bir gölgeden kurtararak
bize doğru geliyor, elinde bir yılan balığı, aydınlık
yaratılmış ve uzun bir aydınlık
hiçbir şey söylemeden oturuyor. havaya kaldırıyor yılan
balığını Kleanti
hiç bilmediği bir ülkeye doğru kaldırıyor
ülkeler ki, diyor, kullanılmamış eşyalarla doldurulmuş
odalar gibidir
ülkeler ki bizim kendimizi orada varsaydığımız yerlerdir
bir trenle gidilir
bir yılan balığıyla gidilir. Nuri diyor ki
bana nasıl geliyorsunuz bilseniz
ben sizlere gitmek istiyordum, gittim
ben sizlere inmek istiyordum, indim
ama siz var ya, bir bakıma siz
boşluklara asılı bir istasyon gibisiniz
biz neyiz, biz neyiz
dedik ve sustuk
susmasak bizim olacaktı durmadan kirlendiğimiz.
Edip Cansever
Çağrılmayan Yakup
Yerçekimli Karanfil